Get Mystery Box with random crypto!

* OKUMA METNI * *Nesibe Hatun'un oğlu Habib.* Gönlü elm | Kıssadan Hisse

* OKUMA METNI *

*Nesibe Hatun'un oğlu Habib.*

Gönlü elmas renkli incilerle bezeli. Hazreti Mustafa’nın bağrı yanık âşığı... Aşk ki hem ne aşk...

Yemame taraflarında İblis'in biri peygamberlik iddiasıyla etrafına adamlar toplamaya başlamıştı,..
Hatta Allah'ın Resülüne bile elçi gönderip kendisinin de peygamber olduğunu iddia etmişti,

*«Dünyanın yarısı senin, yarısı benim»* diyecek kadar da ileri gitmişti...

Ona, Nesibe Hatun’un oğlu Habib ile bir nâme ile gönderdiler.
Müseylemetü’l-Kezzab isimli lânetli Habib'in elçi olduğunu bile bile eza ve cefa etmeye koyuldu. Habib'i bir zindana atıp ayağına zulüm halkasını geçirdi ve cehennem çukuruna benzeyen ağzını açıp haykırdı:

Peygamber olduğuma şehâdet et!

İç gözlerine İlâhî nurun sürmesi çekilen Habib birden infilâk etti;
Ey yalancı, ey Allah'ın düşmanı seni asla tasdik etmeyeceğim!

Kâfir avaz avaz bağırdı:
Öyleyse ben de seni parça parça edeceğim!

Ne yaparsan yap; ben de senin yalancı olduğunu son nefesime kadar haykıracağım!

Peygamberlik iddiasındaki lânetli kâfir büsbütün kudurdu ve Hazreti Habib’in bir kolunu kesti. Kanlar gürül gürül akmaya başladı ve Habib'în her tarafı kızıla boyandı. Kâfir yine sordu:
Nasıl peygamber olduğumu kabul edecek misin?

İman ve aşk kahramanı Habib’den yine aynı cevabı aldı:
Asla kabul etmeyeceğim!

Ve çıldıran kâfir bu defa da Habib’in öbür kolunu bir kılıç darbesiyle bedeninden ayırdı:
Söyle, dedi; beni doğrulayacak mısın?

Habib r.a nûrdan bir âbide gibi dimdik duruyor ve Allah'ın Resûlüne salât-ü selâm getiriyordu. O ’nun gönül toprağına Hazreti Muhammed'in (sav) muhabbet damlası düşmüştü; bu aşk ve muhabbet öyle bir şeydi ki bütün acılarını unutmuştu bile...

Dili inciler saçıyor, gönlü, fitili kesilmiş bir mum gibi yanıyordu... Ve saltanatlı bir aslan gibi kükrüyordu:
Hayır, hayır! Senin peygamberliğine şahadet etmeyeceğim, ey Allah düşmanı!..

Bu aşk, bu iman, bu metanet, bu kahramanlık karşısında kâfirin aklı kamaştı ve yeniden hücuma geçti.
Hazreti Habib’in bütün vücudunu didik didik etti. Kulaklarını kesti, gözlerini oydu, bütün bedenini mızrak mızrak deldi ve yine sordu:
Benim peygamber olduğumu kabul edecek misin?

Yine aynı cevabı aldı:
Yalancı kâfir! Seni asla tasdik etmeyeceğim!..

Kılıçlar, mızraklar, hançerler Habib’in vücuduna girdi çıktı, fakat onu aşkından ve imanından bir nefes olsun döndüremedi. Habib r.a., son nefesine kadar dilinden Cenâb-ı Resulün mukaddes İsmini düşürmedi. Son nefesi:
*Şefâat yâ Resûlallah!*
diyerek noktalandı... Ve dudaklarında çiçek çiçek bir tebessüm belirerek şahadet şerbetini yudumladı...

Güneşten aydın yüzü etrafa ışıklar saçıyordu. Şehidler ve âşıklar
kafilesine katılmanın mutluluğu bütün azâsından buram buram tütüyordu. Mübarek kanları Cennetten bir esinti gibi misk kokular saçıyordu. Yüzüne nokta nokta elmaslar konuvermişti, inci gibi parıldayan dişleri ayrı bir güzelliğin nişanesiydi...
İşte İslâmın altınla doldurduğu kalblerdeki aşk ve iman! Bu aşk ve bu imandır ki, kısa bir zamanda dünyayı dize getirmiş ve İslâmı iklim iklim cihanın dört bucağına yaymıştır...

Ey saadet cennetine talip olanlar, geliniz geliniz.
Cenab-ı Muhammed'in (sav) yoluna kurban olunuz...