Get Mystery Box with random crypto!

ᴋᴜғʀ ʙɪᴛ ᴛᴀɢʜᴜᴛ ᴡᴀ ɪᴍᴀɴᴜ ʙɪʟʟᴀʜ🏴

Telgraf kanalının logosu latagut — ᴋᴜғʀ ʙɪᴛ ᴛᴀɢʜᴜᴛ ᴡᴀ ɪᴍᴀɴᴜ ʙɪʟʟᴀʜ🏴
Telgraf kanalının logosu latagut — ᴋᴜғʀ ʙɪᴛ ᴛᴀɢʜᴜᴛ ᴡᴀ ɪᴍᴀɴᴜ ʙɪʟʟᴀʜ🏴
Kanal adresi: @latagut
Kategoriler: Kategorize edilmemiş
Dilim: Türk
aboneler: 524
Kanaldan açıklama

Tağuta kulluk etmekten kaçınıp,Allah'a yönelenlere müjde vardır..kullarımı müjdele...✨
Zümer/17
@Kufbittagut_bot

Ratings & Reviews

3.00

2 reviews

Reviews can be left only by registered users. All reviews are moderated by admins.

5 stars

0

4 stars

1

3 stars

0

2 stars

1

1 stars

0


En son Mesajlar

2022-07-30 21:59:04 Uluvv

Allah Azze ve Celle yukarı cihette, Arşa istiva etmiştir. Mülkü kaplamıştır ve ilmi eşyayı kuşatmıştır.

"Güzel sözler O'na çıkar; sâlih amel O'na yükselir.” (Fatır 10)

“Gökten yere bütün işleri O tanzim eder; sonra sizin saydığınızla süresi bin sene olan bir günde işler, O'na yükselir.” (Secde 5)

Bu sıfatın Kuran-ı Kerim ve Sünnet-i Mutahhara‘dan delilleri şu şekildedir:

Kudret ve Kahrı ile zatı Mutlak‘ın Uluvvu tasrih edilmiştir.

Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur:

"Yüce Rabbinin adını tesbih et" (A‘la 1)

"O'nun Kürsü'sü gökleri ve yeri kaplamıştır; onların gözetimi O'na asla ağır gelmez. O, çok yüce ve çok büyüktür." (Bakara 255)

Lügatte Arş, kralın tahtıdır.

Allah Teâlâ Yûsuf aleyhi‘s-selâm hakkında şöyle buyurmuştur:

"Ana babasını Arş'ına/tahtına çıkartıp oturttu." (Yûsuf, 100)

Sebe kraliçesi Belkıs hakkında da şöyle buyurmuştur:

"Ve Onun büyük bir Arş'ı/tahtı vardır." (Neml, 23)

Rahmân‘ın üzerine istivâ ettiği Arş ise, yaratıkları kuşattığı gibi onların en yükseği ve en büyüğüdür. Nitekim Ebû Zerr RadıyAllâhu Anh‘ın rivâyet ettiği bir hadiste Peygamber sallAllâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

"Yedi kat gök ve yedi kat yer, Allah'ın kürsüsü yanında, ancak geniş, çöl bir yere bırakılmış bir halka gibidir. Arş'ın kürsüye üstünlüğü ise geniş çölün bu halkaya üstünlüğü gibidir."

|Sahihtir, Ahmed (5/178) Bezzar (160) İbn Ebi Şeybe, el-Arş (58) Ebu‘ş-Şeyh (1/206, 220) Taberi (3/12) İbn Hibban (361) Ebu Nuaym, Hilye (1/166) Beyhaki, el-Esma ve‘s-Sıfat (2/149)|

Kürsi‘ye gelince, lugatte; döşek ve üzerine oturulan her şeydir.

Allah‘ın kendisine izâfe (nispet) ettiği Kürsü ise, O‘nun iki ayağını koyduğu yerdir.

İbn Abbâs radıyAllâhu anhumâ şöyle demiştir:

"Kürsü iki ayağın konduğu yerdir. Arş ise, büyüklüğünü Allah Azze ve Celle'den başka hiç kimse takdir edemez."

|Sahihtir, Abdullah b. Ahmed, es-Sunne (586, 1020-21) İbn Ebi Şeybe, el-Arş (61) Ebu‘ş-Şeyh, el-Azamet (1/196, 216-17) İbn Huzeyme, et-Tevhid (248) Hakim (2/310) Darekutni, en-Nuzul (36-37) Hatib, Tarih (9/251) Taberani (12404)|

Aynısını Ebu Musa radıyAllahu anh de söylemiştir.

|Sahihtir. Abdullah b. Ahmed, es-Sunne (588, 1022) Taberi (5790) İbn Ebi Şeybe, el-Arş (60) Ebu‘ş-Şeyh, el-Azamet (1/347) Beyhaki, el-Esma (sy: 404)|

Ehl-i Sünnet arasında yaygın ve meşhûr olan da İbn Abbâs ve Ebu Musa radıyAllâhu anhum‘un Kürsü hakkında söylediği bu sözdür. Üstelik bu konuda İbn Abbas‘tan gelen sözlerin sahih olanı da budur. Yoksa Kürsü‘nün ilim olduğuna dâir O‘ndan rivâyet edilen şeyler doğru değildir.

|Bkz: Bunu Taberi (5788-89) rivayet etmiştir. İsnadında bulunan Cafer İbn Ebi‘l-Mugire el-Huzai el-Kummi hakkında İbn Mende şöyle demiştir: "İbn Ebi‘l-Mugire, İbn Cubeyr‘den rivayetinde kuvvetli değildir." Bkz: Elbani, es-Sahiha (1/226) Ahmed Şakir de Umdetu‘t-Tefsir‘de (2/162) bu rivayetin şaz olduğunu söylemiştir.|

Yine Kürsü‘nün Arş olduğu hakkında Hasenu‘l-Basrî'den rivâyet edilen söz de İbn Kesîr‘in söylediği gibi zayıf olup Ondan sahih olarak gelmemiştir.

|İbn Kesir Tefsir (1/318)|

(Ey Muhammed! Onlara) de ki: Dedikleri gibi eğer Allah ile birlikte ilâhlar olsaydı, bu takdirde onlar, muhakkak Arş'ın asıl sahibine (kendilerini ulaştıracak) bir yol ararlardı. Fakat Allah, çok yüce ve çok büyük olup onların söylediklerinden münezzehtir.” (İsra 42-43)

Allah Azze ve Celle semada olduğunu şu ayette açıkça belirtmiştir:

"Göktekinin sizi yere batırmayacağından emîn misiniz? İşte o vakit yer sarsılır durur." (Mülk 16)

Bazı fırkalar bu ayette geçen "gökteki"nin Allahu Teâlâ değil, melekler olduğunu söylerler. Halbuki bu ayette geçen "gökteki" ile kastedileni, Nahl Suresinin 45. ayeti söylece tayin etmektedir:

"Kötü işler yapmak için tuzak kuranlar, Allah'ın kendilerini yere geçirmesinden veya (ansızın) bilemeyecekleri bir yerden kendilerine azap gelmesinden emin mi oldular?“

Burada Mülk Suresinde zikredilen "Gökte olup, yere geçirenin; Allah Azze ve Celle" olduğunu öğreniyoruz.

Sema kelimesi, yükseklik manasında cins isimdir.
24 views18:59
Aç / Yorum Yap
2022-07-30 21:56:19 Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem‘den nüzul haberi sahih olduğundan Ehl-i Sünnet bunu ikrar etmiş ve haberi kabul etmiştir. Nüzulü Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem‘in söylediği şekilde ispat etmişler, onu mahlukun nüzulüne benzediğine itikat etmemişler ve keyfiyetini araştırmamışlardır. Zira buna yol yoktur. Yine bilmişler, tahkik etmişler ve itikad etmişlerdir ki; Allah Subhanehu‘nun zatı yaratılmışların zatlarına benzemediği gibi, sıfatları da yaratılmışların sıfatlarına benzemez. Allah Teala Müşebbihe‘nin |Allah Azze ve Celle‘yi mahlukuna benzetenlerin| ve Muattıla‘nın |Allah'ın isim ve sıfatlarını iptal edenlerin| söylediklerinden yüce ve büyüktür. Allah onlara çokça lanet etsin."

|Akidetu‘s-Selef, sy: 42|

İmam İbn Abdilberr Rahimehullah Şöyle Demiştir;

"Ehl-i Sünnet imamlarının cumhurunun üzerinde oldukları şey şudur: Onlar, Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem‘in söylediği gibi Allah Azze ve Celle‘nin nüzul ettiğini söyler ve bu hadisi keyfiyet belirlemeden tasdik ederler. Nüzulün keyfiyeti hakkındaki söz, istiva ve gelme sıfatlarının keyfiyetindeki söz gibidir. Bu konuda hüccet aynıdır."

|et-Temhid (7/143
24 views18:56
Aç / Yorum Yap
2022-07-30 21:53:43
24 views18:53
Aç / Yorum Yap
2022-07-29 19:14:55 Ve yine başka bir durum, kimlik meselesi ancak tanınmaya yarayan bir araç gibidir. Ve Allah Rasulunun Mekke’de “ebul kasım” şeklinde künyelenip tanınması gibidir. Bu şekilde anılma Mekke’de genel geçer bir durumdur. Bu sadece nispettir...

Sonuç olarak; Bu kimlik olayı, sadece devletin hizmetlerinden faydalanmak adına çıkarılan (çıkarılmasından küfür meseleleri olmayan) bir belgedir. Devletin asli birimleri (sorudaki askerlik) gibi değil sadece imkânlarından faydalanan ikincil durumdakilerdir. Yani salt olarak tebâ...

Dolayısı ile tağutun kimliğidir diye gurur duyup, övünme yok ise (bu şekilde küfür olur) caizdir.
105 views16:14
Aç / Yorum Yap
2022-07-29 19:11:37 Kimlik hakkında soru cevab
ﻪﻟﻟﺍﻢﺴﺑ ﻦﻤﺣﺮﻠﺍ ﻢﻴﺣﺮﻟﺍ
Soru ...Sana kimlik hakkında ne düşündüğünü sormak istiyorum, kimliğin hükmü nedir?eğer askerlik gibi düşünülürse kimlik alan kişi yasaları veya meclisin yasama yetkisini kabul etmiş mi sayılır?Demokrasiye göre halkın tüm bireyleri için geçerliya kanunlar o yüzden soruyorum,


Cevab... Kimlik meselesi askerlik gibi değerlendirilemez. Yani küfür değildir. Askerliğin küfür olmasındaki illetler (harbi (İslam ve Müslümanlara bilfiil savaş açmış) devleti korumak / safında olmak ve ancak Müslüman’ın Müslüman üstündeki yetki/tasarruf hakkına sahip olduğu emirlik konumuna getirerek vela göstermek / harbi devletin ordusunun ayakta kalmasını sağlamak / küfre rıza göstermek) kimlik meselesinde söz konusu değildir.
Bununla birilikte vatandaşlık tüzüğüne baktığımızda, yine resmi nikâhta olduğu gibi alınması ile yâda imza edilmesi ile yine Müslüman’ın üstünde tasarruf hakkı verildiğine dair bir durum söz konusu değildir. Çünkü resmi nikâhta hem tarafların imzası ile resmi prosedürdeki ilgili kanunun ihtilaf halledici yetkisini kabul var ve hem de belgeyi almakla yine resmi nikâh mevzuatına göre memurun imzasının ve/veya devletin resmi mührünün onayı söz konusudur. (Kimlik meselesi askerlikten çok resmi nikâhla benzemeye çalışır, ancak değildir) İşte kimlikte bu küfür durumlarından hiçbiri söz konusu değildir. Yani kimlik alan kişi ne imza atıyor ve dolayısı ile ihtilaf giderici bir merci kabul ediyor. Ne de SADECE MÜSLÜMANLARIN YETKİ SAHİBİ OLABİLECEĞİ BİR KONUDA KÂFİRLERE TASARRUF HAKKI VERMEYİ TAAHHÜT EDİYOR.
Birde burada şu vardır, bir ülkenin; İÇERİĞİNDE, BELİRTİLEN SÖZKONUSU KÜFÜRLERDEN BULUNMAYAN KANUNLARINDAN FAYDALANMA durumu söz konusudur. Ki bu da eman meselesine girer. Yani devlet içinde, ülkenin kendi mülkiyetinde olan şeylerden yararlanmak için bir izin belgesi konumundadır daha çok. (pasaportta bu gruba dâhildir.) Yine öbür yandan, kişileri tanımaya yarayan bir belgedir ki, alımında küfrü-şirk olmayan (BUNA DİKKAT EDİLMELİDİR) bir belgedir... İşte bu belge vatandaşlık tüzüğünde bu manadadır. Ama denilebilir ki, anayasa tüzüğünde “tc vatandaşı olan kişilere bazı görevler yüklenmektedir. Askerlik vs gibi...” Bu bir haber vermedir. Herhangi bir sözleşme metnine atıldığında ihtilaf halledici merci kabul etmek gibi değildir. Sadece haber vermedir. Dolayısı ile zaman içinde bu istenilen şeyleri yaparsak küfre gireriz, ya da yapmaya niyet etmekle...

Burada şu soru gündeme gelebilir, devlete intisap etmek (devletin vatandaşı olarak lanse edilmek) o kanunları kabul etmek olabilir mi. ?

Cevaben deriz ki; eğer öyle olsa idi Allah Rasulundan başlayıp tüm Rasullerin bunu kabul etmiş olduğunu ve dolayısı ile hepsinin bir çelişki içine düşüp (hâşâ) küfür otoritesini kabul ettiğini söylemek gerekirdir. Bu iddia zaten bu yönden çürüktür. Bu diğer yandan yine “Allah Rasulunun Mekke’nin himaye kanunundan faydalanması” gibidir. Yine aynı durum, ne bir ihtilaf halledici merci kabulü var, ne de velayı gerektirecek bir durum. Ve zaten bir ülkenin menşei ile anılmak küfür değildir. Mesela; a türktür, b türktür. Bulunduğu diyara çağrışım vardır. Kur’an da Allah (cc) şöyle buyuruyor:


“Bir mümin diğer bir mü'mini -yanlışlıkla olması müstesna- öldüremez. Kim bir mü'mini yanlışlıkla öldürürse mü'min bir köle azad etmesi ve (ölenin) akrabasına teslim edilecek bir diyet vermesi gerekir. Onların (diyeti katile) sadaka olarak bağışlamaları müstesna… Şayet (öldürülen) mü'min olmakla beraber size düşman olan bir kavimden ise , o zaman katilin mü'min bir köle azad etmesi gerekir. Şayet kendileriyle aranızda bir antlaşma bulunan bir kavimdense, o vakit akrabalarına bir diyet vermek ve mü'min bir köle azad etmek gerekir. Kim bulamazsa, -Allah'tan bir tevbe olmak üzere- iki ay aralıksız oruç tutmalıdır. Allah çok iyi bilendir. Gerçek hüküm ve hikmet sahibidir.” (Nisa:92)


Altı çizili bölgeye dikkat ettiğimizde, bir Müslüman kâfir bir kavimden olabilirmiş...
114 views16:11
Aç / Yorum Yap
2022-07-27 19:27:06
157 views16:27
Aç / Yorum Yap
2022-07-27 14:54:51 Arapçayı İyi Öğrenin

Amr b. Dinâr radıyallâhu anh şöyle demiştir:
Ömer, ebu Musa'ya şöyle yazmıştır; "Bundan sonra sünneti iyi öğrenin. Arapçayı iyi öğrenin ve Kur'an'ı açıklayın. Zira o arapçadır.


Musannif ibn Ebi Şeybe, 29914/29951
162 views11:54
Aç / Yorum Yap
2022-07-27 14:53:44
160 views11:53
Aç / Yorum Yap
2022-07-25 13:32:42 1. Velâ, Allâh Subhânehu ve Teâlâ için sevmektir. Söz, fiil ve niyet ile birlikte Allâh’ın sevdiklerini sevmek, onlara yakın olmak, onların tarafında bulunmak ve onları dost edinmektir.

2. Berâ, Allâh Subhânehu ve Teâlâ için buğzetmektir. Söz, fiil ve niyet ile birlikte Allâh’ın sevmediklerine buğuz etmek, onlardan uzak olmak ve onlara düşmanlık etmektir.

3. Allâh için sevmek ve Allâh için buğzetmek İslâm Dîni’nin en önemli esaslarından biridir. Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Îmânın en güçlü ve güvenilir kulbu, Allâh için sevmek ve yine Allâh için buğzetmektir.” [İbn Ebî Şeybe (321); Taberânî (el-Kebîr: 10357)…]

“Kim Allâh için sever, Allâh için buğzederse ve Allâh için verir, Allâh için vermezse îmânı kemâle erdirmiştir.” [Ebû Dâvud (4681); Taberânî, Evsât (9083)…]

4. Müslümanlar Müslümanların, kâfirler ise kâfirlerin velîleridir. Allâh Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin velîleridirler.” [et-Tevbe: 9/71]

“Kâfirler birbirlerinin velîleridir.” [el-Enfâl: 8/73]

Bu itibarla Müslümanlar kâfirleri kendilerine velî edinmezler. Akrabalık bağı olarak en yakınları dahi olsalar onları kendilerine dost ve sırdaş, yardımcı ve yetkili edinemezler. Allâh Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Ey îmân edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları velî (dost, yardımcı, sırdaş) edinmeyin. Siz onlara sevgi gösteriyorsunuz. Hâlbuki onlar size gelen hakkı inkâr ettiler.” [el-Mümtehine: 60/1]

“Allâh’a ve âhiret gününe îmân eden bir toplumun; babaları, oğulları, kardeşleri veya yakınları dahi olsa, Allâh’a ve Rasûlüne muhâlefet eden kimseler için bir sevgi beslediklerini göremezsin. İşte Allâh onların kalblerine îmânı yazmış ve onları kendi katından bir ruh ile desteklemiştir.” [el-Mücadele: 58/22]

5. Mutlak sevgi ve yardım ancak müminler içindir. Allâh Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Sizin velîniz (dost, yardımcı ve destekçiniz), ancak Allâh, O’nun Rasûlü, rükû ediciler olarak namaz kılan ve zekâtı veren müminlerdir. Kim Allâh’ı, Rasûlü’nü ve îmân edenleri velî edinirse, hiç şüphesiz galip gelecek olanlar, Allâh’ın taraftarlarıdır.” [el-Mâide: 5/55-56]

Mutlak buğuz ve düşmanlık ise sadece kâfirler içindir. Allâh Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Ey îmân edenler! Eğer küfrü îmâna tercih ederlerse, babalarınızı ve kardeşlerinizi bile velî (dost, yardımcı, lider) edinmeyin. İçinizden kim onları velî edinirse, işte onlar, zâlimlerin tâ kendileridir.” [et-Tevbe: 9/23]

Buğuz ve düşmanlığı en çok hak edenler tâğûtlar ve tâğûtî sistemlerdir. Sonra da bunların dostları ve yardımcılarıdır.

6. Hiçbir Müslüman’a mutlak olarak buğzetmek ve düşmanlık göstermek, onu tamâmen terk etmek, onun şeref ve haysiyetini zedelemek câiz değildir. Günahkâr bile olsa ancak günahı kadar ona buğzedilir. Îmânından ve güzel amellerinden dolayı da sevgi ve dostluk beslenir. Zîrâ İslâm kardeşliği işlenen günah küfre varmadığı sürece devam eder. Allâh Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Muhammed, Allâh’ın Rasûlü’dür. Onunla beraber bulunanlar kâfirlere karşı çok şiddetli ve metin, kendi aralarında pek yumuşak ve gayet merhametlidirler.” [el-Fetih: 48/29]

Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem ise şöyle buyurmuştur: “Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu (zâlime) teslim etmez. Kim, Müslüman kardeşinin bir ihtiyacını giderirse Allâh da onun bir ihtiyacını giderir. Kim Müslümanı bir sıkıntıdan kurtarırsa, bu sebeble Allâh da onu kıyâmet günü sıkıntılarının birinden kurtarır. Kim bir Müslümanın bir kusûrunu örterse, Allâh da kıyâmet günü onun kusûrunu örter.” [Buhârî (2442); Müslim (2580
)…]
203 views10:32
Aç / Yorum Yap