Get Mystery Box with random crypto!

Tefsir Dersleri (تدارس القرآن)

Telgraf kanalının logosu mufessir — Tefsir Dersleri (تدارس القرآن) T
Telgraf kanalının logosu mufessir — Tefsir Dersleri (تدارس القرآن)
Kanal adresi: @mufessir
Kategoriler: Kategorize edilmemiş
Dilim: Türk
aboneler: 8.72K
Kanaldan açıklama

Kanalda tefsir iktibasları ve Tefsir Dersleri ses kayıtları paylaşılmaktadır
Say'u gayret bizden tevfik Allah'tandır (عز و جل)

Ratings & Reviews

2.50

2 reviews

Reviews can be left only by registered users. All reviews are moderated by admins.

5 stars

0

4 stars

0

3 stars

1

2 stars

1

1 stars

0


En son Mesajlar 5

2022-06-11 08:44:01 Gösteriş düşkünlerinden birisi, alnında bir secde izi görünsün istemişti. Böyle bir iz oluşturmak için alnına bir sarımsak koyarak bağladı ve yattı. Ancak uyuduğunda, bağladığı sargı kayarak sarımsağı bir şakağının üzerine getirdi ve orada bir iz oluşturdu.

Sabahleyin adamın çocuğuna “Baban nasıl?” diye sorulduğunda çocuğun cevâbı şöyle oldu:

‎مَنْ يَعْبُدُ اللّٰهَ عَلٰى حَرْفٍۚ

‎“Allah’a bir yanı üzerinde ibâdet edenler…”den oldu. [Hacc, 11]

‎[Guraru’l-Hasâisi’l-Vâdiha ve ‘Uraru’n-Nekâisi’l-Fâdiha, c.1, s.62]
198 views05:44
Aç / Yorum Yap
2022-06-09 08:44:01 “O doğurmamış ve doğmamıştır.” [İhlâs, 3]

Âyette ilk olarak Allah Teâlâ’nın “doğurmamış” olduğu sonra da ‘‘doğmamış’’ olduğu ifade edilmiştir. Ancak normalde ilk önce “doğmadığı” daha sonra da “doğurmadığı” söylenmeli değil miydi? Çünkü doğurmamış olmak için önce doğmamış olmak gerekir.”

Bu soruya şöyle cevap verilmiştir:

“Müşrikler, meleklerin Allah Teâlâ’nın kızları olduklarını, Yahûdîler, Hz. Üzeyr’in (a.s) Allah’ın oğlu olduğunu ve Hristiyanlar da Hz. İsâ’nın (a.s) Allah’ın oğlu olduğunu iddia ettiler. Bu fırkalardan hiçbiri, Allah Teâlâ’yı doğuran birinin olduğunu iddia etmemiştir.

Bu sebeple âyette ilk olarak en önemli olan hususla başlanmış ve Allah Teâlâ’nın doğurmamış olduğu ifade edilmiştir. Daha sonra bunun deliline işaret edilerek Allah Teâlâ’nın doğmamış olduğu bildirilmiştir. Böylece sanki şöyle denilmiş olmaktadır: ‘‘O’nun doğurmamış olmasının delili, hiç kimse tarafından doğurulmamış olmasıdır.”

Yüce Allah, kendi kitabının sırlarını hakkıyla bilendir.

[Fahruddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb]
666 views05:44
Aç / Yorum Yap
2022-06-07 08:44:01 Kur'ân-ı Kerîm'de ''İhtibâk'' Sanatı

İhtibâk belâgatta, “iki bölümlü bir cümlede veya iki cümleli bir sözde iki karşıtın ya da iki benzerin birleştiği ve birincide anılanın zıddını yahut benzerini ikinciden, ikincide anılanınkini birinciden hazfetmek” şeklinde tarif edilir.

Bir misâl üzerinden konuyu anlamaya çalışmak daha isâbetli olacaktır. İhtibâk sanatıyla ilgili Kur’ân-ı Kerîm’de pek çok örnek bulunmaktadır. Bunlardan biri Nasr Sûresi'ndedir:

''O'ndan mağfiret dile! Çünkü O, Tevvâb'tır; (tevbeleri çok kabûl edendir).'' [Nasr, 3]

Bu âyette 'mağfiret' ve 'tevbe' birlikte zikredilmiştir. Âyetin ilk bölümünde 'mağfiret dile' ifadesi olduğu hâlde âyet, mağfiretle aynı kökten olan 'Gaffâr' ismi yerine 'Tevvâb' ismiyle sonlandırılmıştır. Çünkü birinci bölümdeki 'mağfiret', 'Gaffâr'a delâlet etmektedir. Bu sebeple ikinci bölümden hazfedilmiştir.

Yine âyetin ikinci bölümünde zikredilen 'Tevvâb' kelimesi, 'tevbe'ye delâlet ettiğinden, âyetin birinci bölümünden hazfedilmiştir. Böylece âyette mağfiret ve tevbe birlikte istenmiştir. Bu hazif işlemine 'ihtibâk' denmektedir.

Âyetin ihtibâklı hâli şöyledir:
''Ondan mağfiret dile (ve tevbe et)! Çünkü O (Gaffâr; yani çokça mağfiret eden ve) Tevvâb'tır.

Yukarıdaki cümlede ihtibâklar parantez içerisinde gösterilmiştir. Parantez içerisindeki ifâdeleri çıkardığımızda âyetin orijinalini okumuş oluruz.

Bu ihtibâk sanatı, en güzel hazif çeşitlerinden ve edebî sanatlardandır.

Belâgat terimleri ne kadar iyi bilinirse, Kur'ân'ın i'câzı/îcâzı o ölçüde iyi bilinir.

Allah Teâlâ kendi kitâbının sırlarını hakkıyla bilendir.

Ömer ÇINAR
20 Temmuz 2021
10 Zilhicce 1442
806 views05:44
Aç / Yorum Yap
2022-06-05 19:53:06
Eğer Mü’minseniz Galip Gelecek Sizsiniz! @meclisikuran
262 viewsedited  16:53
Aç / Yorum Yap
2022-06-05 09:44:01 “BİZ sana Kevser’i verdik”
âyetinde nimet makâmında ta’zîmi ifâde eden “biz” zamîri tercih edilirken, sonraki âyette hitaptan gaybete iltifât edilerek
“RABBİN için namaz kıl” buyurulmuş ve ibâdet makâmında çoğul zamîri yerine “Rab” ismi zikredilmiştir. Zira kulluk yalnızca O’nadır.

Kevser’in Rabbine hamd, sâhibine salât-u selâm olsun! Kurban bayramınız mübârek olsun.
211 views06:44
Aç / Yorum Yap
2022-06-03 09:44:01 Hz.Îsâ (a.s), son peygamberi müjdelerken neden “Muhammed” yerine “Ahmed” demiştir?

İlgili âyet şöyledir:

”Ey İsrâiloğulları! Bilin ki benden önceki Tevrât’ı doğrulamak ve benden sonra gelecek “Ahmed” isimli elçiyi müjdelemek üzere size Allah tarafından gönderilmiş elçiyim.” [Saff, 6]

‎Arap dilinde ism-i tafdîl olan Ahmed (أحمد), “daha fazla hamd eden” anlamındadır.

‎Muhammed (محمد) ise ism-i meful olup “övülmüş” demektir.

‎Kurala göre ism-i meful, sadece mevcut olanlar için kullanılır. Başka bir deyişle mevcut olmayan varlıklar için ism-i meful kullanılmaz.

İsm-i meful olan “Muhammed” ismini Hz. Peygamber’e kullanmak için; O’nun yaratılması, Allah’ı hamd etmesi, yer yüzünün “Allah’ı en fazla hamd eden”i yani “Ahmed”i olması ve bu ameli sebebiyle de “Muhammed” yani “övülmüş” olması gerekirdi.

Ancak Hz. Îsâ (as)‘ın müjdelediği âyette Hz. Peygamber henüz dünyâ hayâtını teşrîf etmemişti. Bu sebeple Hz. Îsâ (as) “Ahmed” ismini tercih etmiş ve sanki şöyle demiştir:

“Size, benden sonra gelecek “Ahmed” isimli (yani “Allah’a benden daha fazla hamd eden”) elçiyi müjdeliyorum.”
325 views06:44
Aç / Yorum Yap
2022-06-01 08:43:01 ‎ أَنِّیۤ أَنَا ٱلۡغَفُورُ ٱلرَّحِیمُ ۝ وَأَنَّ عَذَابِی هُوَ ٱلۡعَذَابُ ٱلۡأَلِیمُ

“Kullarıma haber ver ki, şübhesiz ben, Gafûr(günahları çok bağışlayan)ım, Rahîm (onlara çok merhamet eden)im! (Bununla beraber) benim azabım da elbette en acıklı azabın ta kendisidir o!” [Hicr, 49-50]

‎Allah’ın rahmetinin büyüklüğündendir ki; kendi zâtını “ben gafûr ve rahîmim” buyurmak sûretiyle mağfiret ve rahmetle vasfederken, azâbı kendi mülkünde olan bir varlık gibi nitelemiş ve “ben azap ediciyim” demek yerine “benim azâbım” buyurmuştur.

Başka bir deyişle sanki Allah Teâlâ: “Mağfiret ve rahmet benim sıfatlarımdır; azâp ise benim mülkümdedir ve ben onu dilediğim gibi sarf ederim” buyuruyor.
560 views05:43
Aç / Yorum Yap
2022-05-31 08:43:01 ‎Arapçada sineğe ذُبٰاب denir. Bu isim, ذُبَّ ve آبَ kelimelerinin birleşiminden türemiştir.
‎ذُبَّ: Kovuldu
‎آبَ: Geri döndü

‎Sinek, kovuldukça geri dönen bir hayvan olduğu için bu ismi almıştır.

‎[Bâcûrî, el-Hâşiye, c.1, s.73]

‎Yaz mevsiminde bunu fazlasıyla tecrübe ediyoruz.
606 views05:43
Aç / Yorum Yap
2022-05-29 08:43:01 Fâtiha Sûresi’ndeki Dilsel Bir Nükte

İbn-i Âşûr, Fâtiha Sûresi'nin tefsirinde, الحمدُ لله cümlesinin gramer olarak aslının, ِنَحْمَدُ حَمْدًا لِلّٰه olduğunu söyler. Bu, Arap dilinde bir kâidedir. Bu kâide özetle şöyle izâh edilebilir;

Araplar, muzmar (yani gizli) bir fiil sebebiyle mensûb (fetha/üstün) olan bâzı mastar kelimeleri, birtakım gâyeler için merfû' (ötre) yaparlar. Buna göre; aslı نحمد حمدًا لله olan cümlemizde نحمد, bahsi geçen muzmâr (gizli) fiildir. İkinci kelimemiz حمدًا, başında gizlenmiş fiil sebebiyle mensûb (fethali) olan mastardır. Kâide gereği ُالحمد kelimesi, حمدًا şeklinde mensûb hâlden, الحمدُ şeklinde merfû' hâle getirilmiştir. Kâideyi izâh ettik, şimdi devam edelim.

Arap Belagatçılar, asla dil kâidelerinin dışına çıkmazlar. Başka bir deyişle, aslı bırakıp fer'e dönmezler. Ancak önemli bâzı gâyeler için asıl kâidenin dışına çıkarlar. الحمد لله cümlesini mensûb olan aslından çıkarıp merfû hâle dönüştürmelerinin birinci sebebi, bu cümleyi isim cümlesine dönüştürüp, cümleye devamlılık ve subût manası kazandırmaktır. İkinci sebebi; حمد kelimesinin başına elif lâm edâtı getirip cümleye umûm (genellik) mânâsı kazandırmaktır. Çünkü Arap Dili'nde elif lâm, kelimeye genellik mânâsı katar. Böylece الحمد kelimesinin taşıdığı umûm mânâsı sebebiyle, bütün hamdler mânâya dâhil olur. Üçüncü sebebi ise, الحمد kelimesini öne alıp hamdın önemine vurgu yapmaktır. Çünkü Arap Dili'nde, geride olması gereken kelimenin öne alınması, o kelimeye vurgu mânâsı katar. Böylece bu makamda hamdin ne kadar önemli olduğu vurgulanır.

Eğer başta anlattığımız kâide uygulanmamış olsaydı, saydığımız bu üç gâye (yani devamlılık, umûm ve önemine vurgu) gerçekleştirilmemiş olacaktı. Çünkü nesbe (fetha) konumunda olan bir kelime, kendisinden önce gizlenmiş bir fiil olduğunu gösterir. Gizli olan fiil, takdir edildiği için ‘okunan kelime’ hükmünü alır ve cümle, isim cümlesi olmaktan çıkıp fiil cümlesi hâline gelir. Bu da birinci gâyemiz olan devamlılık mânâsının yok olacağı anlamına gelir. Yine kelimenin nasbeli oluşu, حمد kelimesinin cümle başında gelmesine engel olacaktı ki bu da üçüncü sıradaki gâyemiz olan "önemini vurgulama" gâyesini yok edecekti. Son olarak, nasbeli bir fiile her ne kadar umûm mânâsı katan elif lâm edâtı getirmek mümkün olsa da kelimenin başına takdîr edilen fiil, mütekellim siğasıyla getirildiğinde yani أَحْمَدُ şeklinde bir takdir yapıldığında, "Ben hamd ediyorum" mânâsına gelir ve böylece sadece hamd eden kişinin hamdı kast edilmiş olur. Cemi siğasıyla yani نَحْمَدُ şeklinde bir takdir yapıldığında ise, bu sefer de إياك نعبد وإياك نستعين âyetlerinin de işâret ettiği gibi sadece Muvahhidlerin hamdı kast edilmiş olup diğer hamdler dışarda kalmış olurdu. Halbuki Ehli Kitap ve bazı câhiliye Arapları da Allah'a hamd etmiştir. Bu da ikinci sıradaki gâyemiz olan "umûm (genellik)" gâyesini yok etmiş olacaktı.

İbn-i Aşûr'un anlattıkları burada bitiyor. Şimdi biraz tefekkür edelim; bizim anlamakta güçlük çektiğimiz bu ince dil kâidelerini, şüphesiz nüzûl dönemindeki Araplar çok iyi biliyordu. Çünkü o dönemde Araplar belâgatın zirvesindeydi. Sadece iki kelimesinde bu kadar müthiş sırları ihtiva eden Kelâmullâh karşısında secde etmemeleri, onların nasıl bir küfür inadı içersinde olduğunu göstermektedir. Allah Teâlâ bizleri, Kur'ân'ı en iyi şekilde anlayıp içindekilerle amel edenler zümresine ilhâk eylesin.

NOT: Bu mesele, İbn-i Aşûr tefsiri birinci cilt 155. sayfada anlatılıyor. Daha geniş ve anlaşılır şekilde okumak isteyenler kitaba müracaat edebilir.

Ömer Çınar
16 Temmuz 2021
6 Zilhicce 1442
16 views05:43
Aç / Yorum Yap
2022-05-27 11:43:01 Allah’ın Rahmeti Olmasa!

Yüce Rabbimiz, Bakara Sûresi’nde şöyle buyurmaktadır:

“Îmân edenler, hicret edenler, Allah yolunda cihâd edenler; şüphesiz bunlar Allah’ın rahmetini umarlar. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” [Bakara, 2/218]

Bu âyet-i kerimede, Allah yolunda hicret etmek ve O’nun yolunda cihad etmek gibi iki büyük faziletten bahsedilmektedir. Bu iki kıymetli ameli işleyenler, yapmış oldukları bu faziletli amellere rağmen, yine de Allah’ın rahmetini ummaktadırlar. Burada müminlerce çıkarılması gereken büyük bir ders vardır:

Kişi ne kadar hayırlı ameller işlerse işlesin, kendisini asla Allah’ın rahmetinden müstağni görmemelidir. Nitekim bilmelidir ki; onu bu amelleri yapmaya muvaffak kılan yine Allah’tır. Allah’ın rahmeti olmaksızın hiç kimse kurtulamaz. Nitekim bir âyette şöyle buyurulur: “Allah’ın size lütfu ve merhameti olmasaydı ve Allah tövbeleri kabul eden, hüküm ve hikmet sahibi olmasaydı, hâliniz nice olurdu?” [Nûr, 24/10]

Bu hususta Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem)’in ifade buyurdukları şu hadis-i şerif çok önemlidir:
“Hiç kimse kendi ameliyle cennete girmez.” Sen de mi ya Rasulallah!” dediklerinde de, “Evet ben de; meğerki Rabbim beni rahmetiyle kuşatmış olsun.” [Buhârî, Rikâk,18; Müslim, Münâfikîn, 71-73]

Ya Rab! Rahmetini umar, azabından korkarız. Bizi rahmetine gark et, azabından koru.
667 views08:43
Aç / Yorum Yap