Get Mystery Box with random crypto!

(Demek Sözlerdeki ekser temsîller; birer bürhân-ı yakìnî,) şüp | Risâle-i Nûr İzah ve Notlar

(Demek Sözlerdeki ekser temsîller; birer bürhân-ı yakìnî,) şüphe edilmeyecek derecede kesin olan birer delîl, (birer hüccet-i kàtıa hükmündedir.)

Metinde geçen “Sözler” ifâdesinden murâd, Risâle-i Nûr Küllîyâtı’dır. İşte Risâle-i Nûr eserlerinde zikredilen temsîller, birer kànûnun ucu hükmünde olup o küllî kànûnla müddeâ isbât edilir. Meselâ; Arapça Nahv ilminde deniliyor ki; زَيْدٌ مَرْفُوعٌ Bunda hangi kànûn görünür? كُلُّ فاَعِلٍ مَرْفُوعٌ Ya’nî “Her fâil, merfu’dur.” Misâlde geçen Zeyd, bu kànûnun bir ferdi, bir misâlidir, bu küllî kànûnun bir ucudur.

Kur’ân’daki bütün temsîlât bu cinstendir. Kur’ân-ı Mu’cizu’l-Beyân, bir misâl getiriyor veyâ bir kıssa zikrediyor veyâ bir suâle cevâb veriyor veyâ bir sebeb-i nüzûle binâen âyet-i kerîme nâzil oluyor. Bütün o misâller, kıssalar, cevâblar, sebeb-i nüzûl, küllî bir kànûnun bir mâsadakı, bir ferdi, bir cüz’ü, bir ucu oluyor. O kànûna uyan bütün efrâd, o küllî kànûnun içerisinde dâhil oluyor. Ba’zen olur ki; Kur’ân’da zikredilen bir misâlde bütün kâinât dâhil olur. Meselâ; insânın halk ve îcâdından bahseden âyette bütün mahlûkàtın halk ve îcâdı dâhildir. Zîrâ kànûn birdir. Ba’zen de olur ki; Kur’ân’da zikredilen bir misâlde, o misâle uyan bütün ferdler dâhil olur. Zihâr mes’elesi gibi. Hem meselâ; Mûsâ (as)’ın Fir’avuna galebe etmesi, pek çok âyet-i kerîmede geçiyor. Bu kadar tekrâr edilmesinin hikmeti nedir? Çünkü her insânın çeşit çeşit hâlleri olduğu gibi; peygamberlerin de ayrı ayrı hâlleri vardır. Hazret-i Mûsâ (as)’ın Fir’avuna galebe etmesinden Hazret-i Mûsâ (as)’ın muhıkk, Fir’avun’un ise mubtıl olduğu netîcesi ortaya çıkıyor. Bundan şöyle küllî bir kànûn tezâhür ediyor: “Her muhıkkın, bir mubtıli; her mubtılin de bir muhikki vardır. Her muhıkkın netîcesi galebedir. Her mubtılin netîcesi ise, mağlûbiyyettir.” Kur’ân, Hazret-i Mûsâ (as)’ın Fir’avunla olan mücâdelesini bir misâl olarak zikrediyor. Bunu inkâr etmek küfürdür. O ma’nây-ı sarîh kesin olarak doğrudur. Fakat sâdece o ma’nây-ı sarîh murâd değildir. Çünkü o zamân Kur’ân’ı belli bir zamânla takyîd etmiş oluruz ve Kur’ân hâşâ bir hikâye kitâbı gibi olur. Hâlbuki Kur’ân, kelâmullahtır. Bütün zamânlara ve mekânlara hitâb eder. Öyle ise o mâcerâ, mezkûr kànûna delâlet eder ve her ferde hitâb eder. Meselâ; bir mü’min, Kur’ân’ın bir hakìkatını söylediği zamân biri karşısına çıkıp i’tirâz etse; Kur’ân’ın o hakìkatını beyân eden mü’min Mûsâ (as), ona karşı çıkıp i’tirâz eden de Fir’avun gibi olur. Hazret-i Mûsâ (as), Fir’avuna galebe ettiği gibi; Kur’ân’ın bir hakìkatini beyân eden de ona karşı çıkıp i’tirâz edene galebe edecektir. Bunun gibi her ferd-i insân, yirmi dört saat içinde ya Mûsâ (as)’ı, ya da Fir’avun’u temsîl eder. Kezâ melek-i ilhâm ile şeytânı, kalb-i mü’min ile nefs-i insânı buna kıyâs et.

Kaynak: Yirmi Dördüncü Mektûb Ve Şerhi