Get Mystery Box with random crypto!

Risâle-i Nûr İzah ve Notlar

Telgraf kanalının logosu bediuzzaman — Risâle-i Nûr İzah ve Notlar R
Telgraf kanalının logosu bediuzzaman — Risâle-i Nûr İzah ve Notlar
Kanal adresi: @bediuzzaman
Kategoriler: Din
Dilim: Türk
aboneler: 6.48K
Kanaldan açıklama

Risâle-i Nûr üzerine yapılan izah çalışmaları paylaşılmaktadır.
Takip ederek istifade edebilirsiniz.
Tavsiye Risâle-i Nûr Kanalları
@meclisikuran
@saidnursi
@risaleinur_imtihan
İletişim: bediuzzaman@protonmail.com

Ratings & Reviews

4.00

3 reviews

Reviews can be left only by registered users. All reviews are moderated by admins.

5 stars

1

4 stars

1

3 stars

1

2 stars

0

1 stars

0


En son Mesajlar

2022-08-29 20:00:31
Kalbinizdeki aşkı fânilere açmayın.
www.youtube.com/c/meclisikuran

@meclisikuran
679 viewsedited  17:00
Aç / Yorum Yap
2022-08-25 13:29:42 (İkinci Yüzü: Âhirete bakar, âlem-i bekàya nazar eder, onun tarlası hükmündedir.) Hadîs-i şerîfte “Dünyâ, âhiretin tarlasıdır.” buyruluyor. Bu hadîs-i şerîfin iki ma’nâsı vardır:

Biri: İns ve cinnin amelleri burada ekiliyor. Âhirette mahsûlât verecektir.

Diğeri: Dünyâ, Cennet ve Cehennem’in bir nümûnesidir. Bütün mevcûdât oradan gelmiş, tekrâr oraya akıp gitmektedir. Meselâ, bütün gündüzler, nûrlar, baharlar, mu’tedil hava, gölgeler, güzel sesler, güzel kokular, münbit arâzi Cennet’ten gelmiş, yine Cennet’e gidiyorlar. Bütün geceler, zulmetler, kışlar, şiddetli soğuk ve sıcaklar, çirkin sesler, pis kokular, çorak arâzi Cehennem’den gelmiş, yine Cehennem’e gidiyorlar. Demek dünyâ âhiretin bir çiçekdanlığıdır. Orayı haber verip oraya mahsûlât yetiştiriyor. Hem her insânda Cennet ve Cehennem’in birer nümûnesi vardır. Meselâ; güzel ahlâk Cennet’in, kötü ahlâk ise Cehennem’in nümûnesidir. Meselâ, rahmet ve şefkat etmek Cennet’in, gadab ve hiddet etmek ise Cehennem’in nümûnesidir. O insânın hayr işlemesi Cennet’in, şer işlemesi de Cehennem’in nümûnesidir.

Kısaca teklîfî ve tekvînî bütün güzellikler Cennet’ten, bütün kötülükler ise Cehennem’den haber vermektedir. Dünyâ bir tarladır. Haşir meydânı bir beyderdir. Cennet ve Cehennem ise birer mahzendir.

Kaynak: Yirmi Dördüncü Mektub Ve Şerhi
1.5K views10:29
Aç / Yorum Yap
2022-08-14 19:11:21
Kur’an’dan Başka Kurtarıcı Yoktur!
www.youtube.com/c/meclisikuran
@meclisikuran
2.4K viewsedited  16:11
Aç / Yorum Yap
2022-08-13 20:25:12 Canlı Yayın Risale-i Nur Dersi

32. Söz 3. Mevkıf (20. Ders)


2.4K views17:25
Aç / Yorum Yap
2022-08-11 21:20:22 (Meselâ: Lezzet ve sürûr ve memnûniyyetin bizce ma’lûm ma’nâları, şuùnât-ı mukaddeseyi ifâde edemiyor;) İnsân yaptığı işten lezzet aldığı gibi; Cenâb-ı Hak da yaptığı işten bir lezzet alır. Ancak Cenâb-ı Hakk’ın aldığı lezzet, bizim aldığımız lezzete benzemez, bizim aldığımız lezzetin cinsinden değildir, kendisine mahsûs bir lezzet-i münezzehe alır. Meselâ; semâvât ve arzı yaratmasından, gece ve gündüzü ve mevsimleri ardarda getirmesinden, bulûtların sevk ve idâresinden, yağmuru yağdırmasından, rüzgârı estirmesinden, yer ve göğün içindeki dâimî faâliyyetten kendisine mahsûs hadsiz bir lezzet-i münezzehe alır. Cenâb-ı Hakk’ın Zât-ı Akdes’i, mahlûkàtın cinsinden olmadığı gibi; O’nun esmâ, sıfat ve şuùnâtı dahi mahlûkàtın sıfatı cinsinden değildir.

Meselâ diyoruz ki; bir pâdişâh var, bir gemi yapar, binlerce misâfiri o gemiye bindirip seyâhat ettirir. O misâfirlere hadsiz ihsân ve ikrâmda bulunur. Kendisi de bizzât onlara nezâret eder ve onların ni’metlerden istifâde etmelerinden kendisine mahsûs bir lezzet alır. İşte nasıl o pâdişâh, o fakirlere ve o muhtaçlara ikrâmdan lezzet alıyorsa, Cenâb-ı Hak da şu dünyâ gemisine dört yüz bin çeşit nebâtât ve hayvânât tâifelerini bindirip, fezây-ı âlemde seyâhat ettiriyor. Onlara hadsiz ihsân ve ikrâmda bulunmakla kendisine mahsûs hadsiz bir lezzet-i münezzehe alır.

Bu misâlde Cenâb-ı Hakk’ın kendisine mahsûs aldığı lezzet-i münezzehe, o pâdişâhın aldığı lezzete benzetildi. Bu küçük bir örnektir. Ellâh’ın bu ikrâmı, nasıl olur da bir pâdişâhın ikrâmına benzetilebilir. Elbette benzemez. Bu küçücük sönük misâl, o yüksek ve parlak hakìkatı ifâde edemez. Ancak Zât-ı Akdes’in şuùnât-ı mukaddesesini anlamak için bir mirsâddır. Hem bu misâlde görünen ikrâm etmek gibi sıfatlar da hadd-i zâtında Cenâb-ı Hakk’a âittir. O misâlde zikredilen ikrâma, hakìkì ma’nâda “Pâdişâhın ikrâmıdır” diye i’tikàd etmek, dalâlettir. Zîrâ o temsîlde zikredilen pâdişâha âit olan ikrâm sıfatı da Ellâh’ın kerem sıfatından gelmektedir. O temsîlde geçen kerem sıfatını hakìkì ma’nâda pâdişâha vermek ve öyle inanmak şirktir. Temsîlde geçen sıfatları, Allâh’tan başkasına vermek insânı dalâlete sürükler. İşte Cenâb-ı Hak, beşeri her husûsta olduğu gibi temsîlât konusunda da şirk ve dalâletten kurtarmak için Kur’ân-ı Kerîm’de وَلِلَّهِ الْمَثَلُ اْلأَعْلَىٰ ifâdesini kullanıyor. Bu bir ölçüdür. Tâ ki nev’-i beşer, bütün temsîllerde hakìkì tevhîde girsin. Zîrâ bütün temsîllerde geçen bütün güzel sıfatlar, Allâh’a âittir. Çirkin sıfatlar ise, mahlûkàta âittir.

Kaynak: Yirmi Dördüncü Mektub Ve Şerhi
2.5K views18:20
Aç / Yorum Yap
2022-08-06 20:10:34
Kur’an’dan Başka Kurtarıcı Yoktur!
2.4K views17:10
Aç / Yorum Yap
2022-08-06 10:02:01
Hazmolmayan İlim Telkin Edilmemelidir!
www.youtube.com/c/meclisikuran

@meclisikuran
2.5K viewsedited  07:02
Aç / Yorum Yap
2022-08-05 20:27:34 32. Söz 3. Mevkıf 17. Ders (Canlı Yayın)



2.4K views17:27
Aç / Yorum Yap
2022-08-03 20:09:36 (Demek Sözlerdeki ekser temsîller; birer bürhân-ı yakìnî,) şüphe edilmeyecek derecede kesin olan birer delîl, (birer hüccet-i kàtıa hükmündedir.)

Metinde geçen “Sözler” ifâdesinden murâd, Risâle-i Nûr Küllîyâtı’dır. İşte Risâle-i Nûr eserlerinde zikredilen temsîller, birer kànûnun ucu hükmünde olup o küllî kànûnla müddeâ isbât edilir. Meselâ; Arapça Nahv ilminde deniliyor ki; زَيْدٌ مَرْفُوعٌ Bunda hangi kànûn görünür? كُلُّ فاَعِلٍ مَرْفُوعٌ Ya’nî “Her fâil, merfu’dur.” Misâlde geçen Zeyd, bu kànûnun bir ferdi, bir misâlidir, bu küllî kànûnun bir ucudur.

Kur’ân’daki bütün temsîlât bu cinstendir. Kur’ân-ı Mu’cizu’l-Beyân, bir misâl getiriyor veyâ bir kıssa zikrediyor veyâ bir suâle cevâb veriyor veyâ bir sebeb-i nüzûle binâen âyet-i kerîme nâzil oluyor. Bütün o misâller, kıssalar, cevâblar, sebeb-i nüzûl, küllî bir kànûnun bir mâsadakı, bir ferdi, bir cüz’ü, bir ucu oluyor. O kànûna uyan bütün efrâd, o küllî kànûnun içerisinde dâhil oluyor. Ba’zen olur ki; Kur’ân’da zikredilen bir misâlde bütün kâinât dâhil olur. Meselâ; insânın halk ve îcâdından bahseden âyette bütün mahlûkàtın halk ve îcâdı dâhildir. Zîrâ kànûn birdir. Ba’zen de olur ki; Kur’ân’da zikredilen bir misâlde, o misâle uyan bütün ferdler dâhil olur. Zihâr mes’elesi gibi. Hem meselâ; Mûsâ (as)’ın Fir’avuna galebe etmesi, pek çok âyet-i kerîmede geçiyor. Bu kadar tekrâr edilmesinin hikmeti nedir? Çünkü her insânın çeşit çeşit hâlleri olduğu gibi; peygamberlerin de ayrı ayrı hâlleri vardır. Hazret-i Mûsâ (as)’ın Fir’avuna galebe etmesinden Hazret-i Mûsâ (as)’ın muhıkk, Fir’avun’un ise mubtıl olduğu netîcesi ortaya çıkıyor. Bundan şöyle küllî bir kànûn tezâhür ediyor: “Her muhıkkın, bir mubtıli; her mubtılin de bir muhikki vardır. Her muhıkkın netîcesi galebedir. Her mubtılin netîcesi ise, mağlûbiyyettir.” Kur’ân, Hazret-i Mûsâ (as)’ın Fir’avunla olan mücâdelesini bir misâl olarak zikrediyor. Bunu inkâr etmek küfürdür. O ma’nây-ı sarîh kesin olarak doğrudur. Fakat sâdece o ma’nây-ı sarîh murâd değildir. Çünkü o zamân Kur’ân’ı belli bir zamânla takyîd etmiş oluruz ve Kur’ân hâşâ bir hikâye kitâbı gibi olur. Hâlbuki Kur’ân, kelâmullahtır. Bütün zamânlara ve mekânlara hitâb eder. Öyle ise o mâcerâ, mezkûr kànûna delâlet eder ve her ferde hitâb eder. Meselâ; bir mü’min, Kur’ân’ın bir hakìkatını söylediği zamân biri karşısına çıkıp i’tirâz etse; Kur’ân’ın o hakìkatını beyân eden mü’min Mûsâ (as), ona karşı çıkıp i’tirâz eden de Fir’avun gibi olur. Hazret-i Mûsâ (as), Fir’avuna galebe ettiği gibi; Kur’ân’ın bir hakìkatini beyân eden de ona karşı çıkıp i’tirâz edene galebe edecektir. Bunun gibi her ferd-i insân, yirmi dört saat içinde ya Mûsâ (as)’ı, ya da Fir’avun’u temsîl eder. Kezâ melek-i ilhâm ile şeytânı, kalb-i mü’min ile nefs-i insânı buna kıyâs et.

Kaynak: Yirmi Dördüncü Mektûb Ve Şerhi
119 viewsedited  17:09
Aç / Yorum Yap
2022-08-01 20:44:43 Resûl-i Ekrem (asm)’ın; “Yeryüzü, bana mescid kılındı” hadîs-i şerîfinin sarâhatiyle, yeryüzünün her tarafı ehl-i îmân için bir mesciddir. Bu âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîfin sarâhatiyle; bu yeryüzü mescidinde yalnız Elláh’a ibâdet edilmeli, O’nun ahkâmı icrâ ve tatbîk edilmelidir.

Demek, bütün mevcûdâtın kendilerine mahsús bir zikir, bir tesbîh, bir namâz ve bir ubûdiyyetle meşgúl olmaları, ulûhiyyet ve ma‘bûdiyyet sıfatlarına ve İlâh ve Ma‘bûd isimlerine şehâdet eder. Mevcûdât-ı álemin bu şehâdetleri ise, ancak risâlet müessesesiyle, bâ-husús risâlet-i Muhammediyye ile bilinir.

Evet, vahy-i Kur’ân’dan evvel, álemin ma‘nâsı neden ibâret olduğu bilinemediği, her şey câmid, meyyit, ma‘nâsız bir súrette tevehhüm edildiği bir zamânda, birden sadâ-yi Kur’ân ile bütün mevcûdât-ı álemin zâkir, sâcid, müsebbih, me’mûr ve musahhar birer abd olduklarının i‘lân edilmesi, bu da‘vânın en büyük bir delîlidir. Müellif (ra), bu hakíkati “On Üçüncü Söz”de şöyle ifâde buyurmaktadır:

“Kur’ân’ın her bir âyeti, birer necm-i sâkıb gibi, i‘câz ve hidâyet nûrunu neşr ile küfrün zulümâtını nasıl dağıttığını görmek, zevk etmek istersen; kendini o asr-ı câhiliyyette ve o sahrâ-yı bedeviyyette farz et ki, her şey zulmet-i cehil ve gaflet altında perde-i cümûd u tabîata sarılmış olduğu bir ânda, birden Kur’ân’ın lisân-ı ulviyyesinden:

يُسَبِّحُ لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ الْمَلِكِ الْقُدُّوسِ الْعَز۪يزِ الْحَك۪يمِ

gibi âyetleri işit, bak. O ölmüş veyâ yatmış mevcûdât-ı álem يُسَبِّحُ sadâsıyla işitenlerin zihninde nasıl diriliyorlar, hüşyâr oluyorlar, kıyâm edip zikr ediyorlar. Hem o karanlık gökyüzünde birer câmid âteşpâre olan yıldızlar ve yerdeki perîşân mahlûkát, تُسَبِّحُ لَهُ السَّمٰوَاتُ السَّبْعُ وَاْلاَرْضُsayhasıyla işitenlerin nazarında; gökyüzü bir ağız, bütün yıldızlar birer kelime-i hikmet-nümâ, birer nûr-i hakíkat-edâ; ve Arz bir kafa; berr ve bahr birer lisân; ve bütün hayvânât ve nebâtât birer kelime-i tesbîh-feşân súretinde arz-ı dîdâr eder.”

Kaynak: İkinci İşaret’in Şerhi
380 views17:44
Aç / Yorum Yap