2021-07-30 14:42:01
İman bir nurdur.
Mazi ve müstakbel, bu nurla karanlık¬tan kurtulur. Birbirine karşı iki yüksek dağ düşünelim ki; üze¬rinde dehşetli bir köprü kurulmuş. Biz de o köprü üzerindeyiz. Her taraf karanlık içinde... Sağ tarafımıza bakıyoruz, nihayetsiz karanlıklar içinde gayet büyük bir mezar; sol tarafımıza bakın¬ca müdhiş karanlık dalgaları içinde büyük fırtınalar, dağdağalar hazırlandığını; köprünün altında gayet derin dere görüyoruz. Cebimizdeki küçük bir elektrik fenerini kullanıyoruz. Bu fener, o sönük ışıkla üzerinde bulunduğumuz köprünün etrafında, başında dehşetli canavarlar, her tarafta bize dehşetler veren, tüylerimizi ürperten şeyleri gösteriyor. Bu belalı feneri yere çarpıp kırıyoruz. Eşyanın hakikati, nurlanan âlemimizde görünmeye başlıyor. Üzerinde bulunduğumuz köprünün gayet muntazam ova içinde bir cadde, sağ tarafı güzel zümrüt gibi bahçeler ve nurlu insanların reislikleri altında toplanan insan¬ları, ibadet, hizmet, sohbet, zikr-i İlâhî meclisleri olduğunu, o canavarların deve, öküz, koyun, keçi gibi ehlî hayvanlar olduğunu¬ görüyor ve hep bir ağızdan اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ عَلٰى نُورِ الْا۪يمَانِ diyoruz.
İki karşılıklı dağ: Mebde-i hayat, âhir-i hayat. Yani Âlem-i Arz ve Âlem-i Berzah’tır. O köprü; hayat yoludur. Sol taraf, istikbaldir. Sağ taraf, geçmiş zamandır. Cep feneri, hodbîn ve bildiğine itimadla vahy-i semaviyi dinlemeyen enaniyet-i insaniyyedir. O canavarlar, alemin hadisatı ve acib mahlukatıdır.
İşte enaniyete itimad eden, zulmet ve gaflete düşen, dalalet karanlığına mübtela olan bu vak’adaki ilk hale benzer. Cep feneri demek olan noksan ve dalaletli bilgiler ile geçmiş zaman bir mezar-ı ekber, geleceği gayet fırtınalı, tesadüfe bağlı bir vahşet mahalli ve her birisi bir Hakîm-i Rahîm’in me’mur-u musahharı olan hadisat ve mevcudatı muzır bir canavar hükmündedir.
Hitâbat ve Münâcat-ı Hulûsiyye
698 views11:42